Makaleler

BOZKIRLAR DİYARINDA, BİR ELİNDE KİBRİT DİĞERİNDE “TORBA”!

“Dostum vazgeçme. Hakların için mücadele et. Vazgeçme, ışığı göreceksin.” *

12 Eylül tarihli referandum ile güvenoyu/vize alan egemen sınıfların 8 yıllık gözdesi AKP hükümetinin, “teğet” palavrasıyla karambole getirmeye çalıştığı krizin faturasını ödetmek amacıyla daha büyük ve kapsamlı saldırılar geliştireceğini öngörmek için kâhin olmaya gerek yoktu. Çeyrek yüzyıldır, Kürt sorunu ile at başı gündem teşkil eden ekonomik sorunların, işçi ve emekçilere her yönlü saldırı üzerinden halli için gündemleştirilen atakların son dalgasını “torba yasa” olarak adlandırılan tasarıdaki düzenlemeler oluşturuyor.

Her iki ana gündeme de ilaç niteliğinde kamuoyuna sürülen çeşitli tartışma başlıkları, hiç kuşkusuz rejimin işletilme tarzı ve uzak-yakın hedeflerinden bağımsız değildir. Son referandumla temelleri atılan yargıdaki yeni yapılanma (HSYK ve AYM), eğitim sistemine yönelik planlama ve bu bağlamda başta TSK olmak üzere çeşitli bürokratik aygıtlar üzerinden yürütülen kapışmayla diğer kliklerin bastırılması da sınıf mücadelesi karşısındaki “tahkimle” dolaysız bir bağa sahiptir. Bu yüzden egemenler cephesinden yönelen tüm saldırılar, bütün adım ve tasarruflar ihmal edilemez bir yaklaşımla değerlendirilmeli ve kayıtsız bir pozisyonda kalınmamalıdır. 

Kürt Ulusal Hareketi’nin “demokratik özerklik” talebi çerçevesinde örmeye çalıştığı mücadelenin, “açılım” adı verilen tasfiye süreciyle boğdurulma hesaplarının tutmadığı yerde devreye sokulan bütün saldırı yöntemlerinin, gelip dayandığı temel yine “inkâr”, yine “imha” olarak şekillenmektedir. Bu konuda hem kendi aralarında hem de yöntem açısından paslaşarak, dönüşümlü biçimde izlenen yolu içeren sürecin “sürprizlerle” ilerleyeceği açıktır. Bunlara seçimlere doğru hangi taktiklerin yön vereceği, asıl olarak da sonrasında hangi gelişmelerin yaşanacağını kestirmek zor değildir.

Tahliyelerle gündeme gelen Hizbullah’ın yeniden sahne almasını bu zeminde tartışmak gerekir. “Tek tek” ritmiyle MGK’ya çaldırılan davulun, “ileri demokrasi” palavrası altında sergilenen faşist ve gerici bütün söylem ve pratiklerin (“uzun tutukluluk” olayından ucube heykel tartışmasına), işçi ve emekçiler önde gelmek üzere bütün ezilenlere yönelik saldırılarla bütünleşen bir hal almasını görmek ve mücadele cephesinin progra- mına yön verecek denklemi bunun üzerinden kurmak gerekir.

Devlete karşı borçların (vergi, kredi, prim) görülmemiş kapsamdaki “affı” ile ağzı açılan torbaya, öğrenci affı, içki yasağı gibi düzenlemelerle sulandırılarak konulanlar, son yılların en boyutlu saldırısını oluşturmaktadır. Neo-liberal diye tarif edilen sürecin zirvesini oluşturan esnek çalışma rejiminin bütün kural ve kurumlarıyla oturtulması için yeni adımları ifade eden düzenlemeler, zamanlaması ve biçimi yine “iyi” şekilde ayarlanarak devreye sokulmaya çalışılmaktadır. Esnek çalışma rejiminin, sermayenin emek üzerindeki inisiyatifini alabildiğine güçlendiren, keyfiyeti, pervasızlığı ve tahakkümü artıran karakteristiği, önceden atılan adımları pekiştirme ve yeni hamleler geliştirme üzerinden hayat bulmaktadır.

İş, Devlet Memurları, SSGSS, İşsizlik Sigortası gibi yasalarda değişiklikler getiren yeni saldırı paketi özetle; esnek çalışmanın yaygınlaştırılması (evden, uzaktan, çağrı üzerine çalışma), kamu emekçilerinin iş güvencesinin ortadan kaldırılması, her türlü direniş ve mücadeleye karşı yaptırımların ağırlaştırılması, sendikalaşma, sağlık ve sigorta haklarının bütünüyle sakat- lanması, patronların ikramiye, sigorta ve kıdem primlerinden kurtarılması, bölgesel asgari ücret uygulamasına geçilmesi, asgari ücretli genç işçi ve çırakların (stajyer öğrenciler) ücretlerinin düşürülmesi, yolsuzluk ve keyfiyete denetim mekanizmalarının düzlenmesi ve emekçiler aleyhine daha bir dizi düzenleme içermektedir.  

Sömürüde dizginsiz ve hesapsız bir çalışma düzeni için ön şartın örgütlülüğe yönelmekten geçtiği iyi bilinmekte, planlar buna göre yapıl- maktadır. Zaten büyük oranda tasfiyeye uğratılan, işbirlikçiler eliyle denetim altına sokulan sendikal alan iyice daraltılmakta, belini doğrultamaz bir hale getirilmek istenmektedir. İşçi sınıfının (ve kamu emekçilerinin) yerel düzeyde gelişen ve fakat belli bir birikim yarattığı günden güne hissedilen eylem ve direnişlerinin, öz örgütlerinde dönüşüm sağlayacak bir zincir oluşturma endişesinin bu saldırı kapsamında çok açık biçimde görülen izleri, aynı zamanda “yükleme” noktasının daha ileriye taşıyacağı ağırlığın göstergesidir.

Konfederasyonlar ve bağlı bir dizi sendikanın başına çöreklenen gerici ve faşist ağalar rejimi, aşağıdan gelen basınca dayanmakta giderek zorlanmaktadır. Bıçağın kemiğe ulaştığı bir aşamaya gelindiğinin ipuçları her geçen gün artıyor. Tam da yirminci yıldönümünden geçtiğimiz Zonguldak maden işçisinin büyük Ankara yürüyüşü (4-8 Ocak 1991) tarihi dersleri ile sürece ışık tutmaktadır. Sonrasında defalarca yinelenen, en son Tekel örneğinde bir kez daha sergilenen “ihanet” tablosunun “sabrı taşıran” bir noktayı çoktan yaratması beklenirdi. Ama bu beklemenin, sınıfa müdahalede rol oynaması gereken “sınıf bilinçliler” ile kendine bu bilinci atfeden herkes bakımından taşıdığı anlam, ancak sorumluluğu sorgulamak biçiminde kendini gösterebilir. Nitekim işçi sınıfı mücadelesinde yer edinmeye çalışan envai çeşit akım ve anlayışın havanda su dövmekten ibaret “hamaseti”, kendiliğinden gelişen mücadele platformlarında dahi etki gücü yaratamamıştır.

Bu konudaki sorgulamanın esas zemini, konferans ve kongre salonları ya da panel ve sempozyum koltukları değildir. 29 Kasım 2010’da parlamentoya gönderilen “torba yasa” tasarısına karşı, 1.5 aylık süreye karşın konfederasyonlar düzeyinde ciddi bir itiraz gelmemiş, eylem örgütlemesine de gidilmemiştir. Türk-İş’in tercihi her zamanki gibi egemenlere yalvarmaktan ibarettir. Tayyip’in icazetine sığınma tavrı tekrarlanmış, ondan gelecek haberin beklenmesi kararlaştırılmıştır. Bu açık oyalama, bir diğer ifadeyle egemenlere destek tavrının aşılması için gereğinden fazla beklendiği söylenebilecekse de, yerellerde yeni yeni şekillenen ittifakların çıkış noktası, tutulacak yola ışık tutan bir hareket sağlamış bulunuyor. Çeşitli alanlardaki eylemlerden başka, 15 Ocak Kartal mitingiyle faaliyetini geliştiren farklı konfederasyonlardan sendika şubelerinin (Belediye- İş, Genel İş, Hizmet-İş)  bu çıkışı hızla büyütülmek zorundadır.

Miting ve gösteriler elbette önemlidir ve yaygınlaştırılmalıdır. Ama esas yaptırım gücünün fabrika ve işyerlerinde örülecek direniş hattı temelinde gösterileceği bellidir. Bu amaçla konfederasyonların harekete geçmesini bekleme şansı kalmamıştır. Daha geniş bir platformun yaratılmasındaki payı dikkate alınabilir ama bunu sağlamanın yolu da direnişi geliştirmektir. İşbirlikçi sendika bürokrasisini açığa düşürmenin çaresi, mücadeleyi ona da yönelten bir perspektifle yürütmektir. İşçi ve emekçilerin karşılaştığı saldırının kapsamı (ve olası sonuçları), direnişin dili ve genele yayılması gereken özelliği açısından yeterli veriler taşımaktadır.

Sorun hiç kuşkusuz işçi ve emekçilerin mücadelesiyle sınırlı tutulabilecek durumda ele alınamaz. Buna her şeyden önce saldırının bütün halk kesimlerini hedeflemesi engel olmaktadır. Bu nedenle de toplumsal muhalefetin bütün dinamikleri “ortak” düşmana karşı harekete geçmelidir. Emekçiler, ezilenler ve özellikle de gençler Tunus ile Cezayir’den önemli mesajlar geçiyor. Israrlı ve direngen bir hatta ilerlendiği takdirde, bir karşı koyuşun yarattığı kıvılcım yangınları çağırıyor. Tahtlar yıkılıyor, taçlar devriliyor. Emperyalist- kapitalist sistemin anavatan toprakları bile bozkıra dönerken, kendiliğinden tutuşma evresine doğru ilerleyen kırlarda “kıvılcım” bile aranmaz oluyor.  

AKP’nin sekiz yılı aşan dönemi, faşizmin daha ileri mevziler elde ettiği bir devir olarak anılmayı “hak” etmektedir. Bunun nedenlerini ayrıca sorgulamalıyız ama daha ileri gitmemesini sağlama görevi/gereği, sürekli ve de yakıcılığı artan bir şekilde kendini dayatmaktadır. Geriye yaslanış, kimi kez sıçramaya elverişli bir durum yaratır ama bazen de hedeften çok uzaktaki bir boşluğa savrulmayı getirir. Zaferin, kazanmanın mutlaklığı başka bir şey, bu uğurda kendi sebep olduğun nedenlerle tarihe borçlu hale gelmek başka bir şeydir. Zira her geri kalış ve gecikmenin bir faturası vardır ve üstelik bunu ödemek hiç de kolay olmamaktadır…

* Tunus’ta sebze tezgâhının elinden alınmasının protesto için 17 Aralık’ta kendini yakarak ölen üniversite mezunu Muhammed Buazzi anısına Malik Hemiri tarafından yazılan “Devrimin Müziği” isimli rap şarkısının sözlerinden…

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu