GüncelKadınLGBTİ+

Onur Haftası yaklaşırken HDK LGBTİ+ Meclisi ile sohbet: Her şeyin içinde, her şeyin karşısında ve her şeye rağmen…

29’uncu Onur Haftası’na giderken HDK LGBTİ+ Meclisi ile bir söyleşi gerçekleştirdik. Meclis aktivistleri Rukan Açkani, Yıldız İdil Şen ve Heja ile hem süreci hem de Onur Haftası’nın Sokak teması üzerine konuştuk.

Aynı anda Kürt, politik ve LGBTİ+ kimliğine sahip olmanın ne demek olduğu üzerine konuşurken Heja, Rukan ve Yıldız’ın daha çok eleştirel görüşlerinin öne çıktığını gördük, her bir yanla mücadele etmenin politik yorgunluğunu hissettik.

Bütün zorluklara rağmen, bu zorlukların kendisinin aynı zamanda bir yol açtığını, çalışmaya yapılan her katkının ne kadar değerli sonuçlar ürettiğini ve bunun motivasyonunu fark ettik. Bu söyleşi ve sonucunda yeniden dinleme fırsatı edindiğimiz HDK LGBTİ+ Meclisi çalışmalarının tek cümlelik anlatımı nedir diye düşündüğümüzde, aklımızda yarım bir cümle beliriyor: Her şeye rağmen…

Şimdi biz soralım, Rukan, Heja ve İdil sohbet etsin.

İstanbul Sözleşmesinde yer alan ve LGBTİ+’ların yaşamlarını korumaya dönük maddeler hedef gösterilerek sözleşmeden çıkılma süreci başlatıldı. Aynı dönemde Kayyum rektör Melih Bulu’nun Boğaziçi Üniversitesi’ndeki ilk faaliyeti BÜLGBTİ+ kulübünü kapatmak oldu. 6 –  8 Mart eylemlerinde Gökkuşağı bayrakları alanlara alınmamaya çalışıldı. Sürece şöyle bir baktığımızda LGBTİ+’ların görünürlüğüne dönük yoğun bir saldırı yaşandığını görüyoruz. 29’uncusu kutlanacak olan İstanbul Onur Haftası’na giderken bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?

Rukan Açkani- Bu seneki sürecin öncesinde, LGBTİ+ hareketinin doğrudan iktidar tarafından hedef gösterilmesi Kürdistan’daki savaşın başlangıcıyla hemen hemen aynı zamana denk geliyor. AKP – MHP bloğunun artık birleştiği, Kürtlere karşı Kuzey’de ve Rojava’da büyük bir savaşın başlatıldığı bir dönemi yaşıyoruz. Bütün ülkede de faşist bir rejimin politikalarına resmen başlandığı dönemde, bunun kaçınılmaz bir sonucu olarak LGBTİ+ aktivistleri ve etkinlikleri de artık doğrudan hedef alınmaya başlandı.

İlk önce Ramazan ayı bahanesiyle Onur Haftası engellendi. Daha sonra ramazandan çıkılsa bile bunun “ahlaksızlık” , “sapkınlık” olduğu gibi bir dil değişimiyle yasaklar kalıcılaştı.

Uzun süre Ankara’da bütün LGBTİ+ etkinlikleri neden gösterilmeksizin tamamen yasaklandı. Ama geldiğimiz bu süreçte, özellikle bu son senede hem Erdoğan tarafından hem de Soylu tarafından doğrudan hedef gösterilmeye başlandı. Bu da bize, hükümetin saldırı listesinde LGBTİ+’ların artık en üstlerde olduğunu gösterdi.

Boğaziçi süreci belki burada bir dönüm noktasıydı. Çünkü aslında Boğaziçi eylemleri diğer herhangi bir üniversitedeki rektör seçimlerindeki öğrenci eylemleri gibi başladı ama devamında oradaki LGBTİ+ hareketinin güçlü olmasıyla -bu bir yandan ODTÜ’deki direnişe benzerdir gerçi- hükümet oradaki meşru hak talebini LGBTİ+ hareketini hedef göstererek susturmaya çalıştı. Tıpkı İstanbul Sözleşmesi’nde olduğu gibi. Orada da bütün kadınların ve LGBTİ+’ların haklarını koruyan bir sözleşme yine sadece LGBTİ+ varoluşu hedef gösterilerek boşa çıkartılmaya çalışıldı.

Heja- Belki biraz 6-8 Mart eylemlerinde gökkuşağı bayraklarının alınmaması üzerine de konuşmak gerekir. Boğaziçi direnişinin başından itibaren Rukan’ın söylediği gibi, ciddi, yoğun ve net saldırılar gerçekleştirilmeye başladı. Ama 8 Mart’ın zaten senelerdir yasaklı olmasıyla bu sene 6 Mart’ta bir sürü insan, bir sürü lubunya varken biz, sadece orada trans ve Kürt olduğumuz için gözaltına alındık. Bu da aslında hükümetin, salt LGBTİ+’lara da saldırmadığını, kesişimsel noktada olan Kürt LGBTİ+’lara çok daha fazla saldırdığını gösteriyor.

Hükümet her zaman LGBTİ+’lara yönelik bir nefret taşıyordu. Kürtlere zaten, bunu konuşmaya bile gerek yok, git gide artan bir saldırı hali var. Bunun ortasında, kesiştiği yerde de biz duruyoruz Kürt LGBTİ+’lar olarak. Özellikle politikalarımızda, hem Kürdistan’a dair bir söz üretmeye hem de LGBTİ+ haklarına dair bir söz üretmeye çalışıyoruz. Bu da bizi hedef haline getiriyor.

Rukan- Bence bu hedefe, “Neden bu hükümet, bu adam bu kesişimsel yerde duran insanları hedef gösteriyor?”un cevabını da eklemek gerekir. Çünkü benim aklıma ilk gelen şey: Korkmaları… Çünkü hükümetlerin şimdiye kadar ki genel tavırları bütün toplumsal muhalefeti bir birinden ayırmak. Sadece kendi mücadelelerini yürütmeye odaklamak.

“Feminist bir yürüyüşte LGBTİ+ bayrağının olmaması gerektiğini” söylüyorlar. Ya da mesela eskiden izin verilen Onur haftalarında Kürdistan bayrağına izin verilmiyordu. Çünkü bunların hepsinin bir araya geldiği yerde yıkılmalarının kesin olduğunu biliyor. Bu nedenle de dinamiklerin bir araya gelmesini engellemeye çalışıyorlar. Asıl bu dinamikleri bir araya getirecek olanlar da işte tam olarak bu kesişimsel alanda duranlar, Kürt ve LGBTİ+ olanlardır. Bütün bu dinamikleri her iki alanda olan insanlar bir araya getirebilir.

Yıldız İdil Şen- Rukan’ın dediği yer çok önemli. Savaşın başlaması durumu. Böyle dönemlerde savaş bir turnusol kağıdı görevi görüyor. Neden bu saldırıların hedefinde LGBTİ+’lar var? Ben biraz buna değinmek istiyorum. Bu iktidar, bütünsel bir politika olarak, kendi dönemsel politikalarını hayata geçirmek istediği zaman LGBTİ+’lardan başlıyor.

Bundan yıllar önce başbakanlık seçimlerinde “LGBTİ+’lara Anayasal güvence şart” deniliyordu. O zaman dönemsel politikalarını hayata geçirmek için buna ihtiyaç duyuyorlardı. Ama bugün çıkıp doğrudan hedef gösterebiliyorlar. Aslında LGBTİ+’lar bazen ortasında bazen solunda bazen sağında hep hedef tahtasında oluyor. LGBTİ+’lar varoluşları dolayısıyla ya da durdukları yerden kaynaklı en çok saldırıya açık olan kesimdi onlar için.

İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmek bu noktada LGBTİ+’ları bahane etmek onların avantajıydı. Boğaziçi sürecine gelirsek biraz bahsedildi, sıradan bir eylem değildi. LGBTİ+’ların “ODTÜ rengine sahip çıkıyor” eylemleri gibiydi. LGBTİ+ların ön planda olmaları, ülke yönetimi tarafından LGBTİ+’ların açık hedef gösterilmesiyle sonuçlandı. Biz eylemlerin ilk başladığı zaman ilk yapacakları şey olarak, kayyumun LGBTİ+’ları hedef göstermesi olacağını, BÜLGBTİ’yi kapatacağını düşünmüştük, öyle de oldu.

Bu sürecin tamamına baktığımızda 29’uncu Onur Haftası’na giderken Sokak temasını görebiliyorsun. Sokakta olmak ve o kesişimsel noktada birlikte ve birleşik bir şekilde mücadele etmenin önemini görebiliyorsun.

HDK LGBTİ+ Meclisi işte bu kesişimsel yönüyle öne çıktığını düşünüyoruz. Daha önceki açıklamalarımızda da hep buna değiniyorduk. İktidar, kendine karşı olan kesimleri sürekli terörize ediyor. Biz zaten Kürt olduğumuz için yıllardır terörist ilan ediliyorduk, Kürt halkı yıllardır terörist ilan ediliyor. Bu kez biz LGBTİ+ kimliğimizden kaynaklı, ibne olduğumuz için ikinci kez farklı bir şekilde terörist ilan ediliyoruz. HDK LGBTİ+ Meclisi böyle bir noktada duruyor.

Yakın geçmişe baktığımızda, egemenlerin iki temel odağa saldırdığını görüyoruz. Bunlardan biri Kürtler ikincisi LGBTİ+’lar, hatta belki de en fazla saldırı Kürtler ve LGBTİ+’lara dönük gerçekleşiyor. HDK LGBTİ+ Meclisi, politik – Kürt ve Trans yönüyle öne çıkıyor. Bu üçünün birleşimi olan bir mecliste örgütlü olmanın avantajları – dezavantajları nelerdir desek…

Rukan- Biraz gerçekçi konuşmak gerekirse, çok fazla cephe var. Bulunduğumuz yer uçta oluyor ister istemez. Varoluşumuz uçta oluyor. Orta nere, geri nere, uç nere? Bu başka bir tartışma elbette ama… Sadece siyasal iktidar da değil, başka başka toplumsal iktidar odakları tarafından uca getirilmiş bir pozisyondayız. Dolayısıyla yaptığımız politika da elbette buna uygun olacak. Bu da çok fazla cephe oluşturuyor. Toplumlara karşı bir cephe var ama aynı zaman da toplumsal muhalefet içerisinde de sol sosyalist hareketler için de LGBTİ+ varoluşuna bir cephe var. Bazı sol sosyalist hareketler için Kürt varoluşu ya da feminist hareket için trans var oluşu, LGBTİ+ hareketi içerisinde Kürt varoluşu. Bunların hepsi ayrı ayrı zorlanma noktaları demek ve bunun üzerinden ürettiğin politika sana çok fazla cephe açıyor.

Ama aynı zamanda müthiş bir avantaj. Yine daha önce söylediğimiz sebeplerden dolayı bu varoluş ve bizim kurduğumuz, inşa ettiğimiz politika bu noktada öncü bir yerde duruyor. En azından öncülerden bir tanesi gibi duruyor.

Kazanımlar ancak en dezavantajlı grupta olanı, onu kolladığımız ve gözettiğimiz anda herkesin kazanımı olur. Çünkü çoğunluğun değil de en azınlık olanı güvenceye aldığımız zaman bütün toplum refaha kavuşmuş demektir. O yüzden böylesi bir avantajı da var.

Çok uzun bir süreç aslında bu. Bir be biz şey gibi görmüyoruz; olacak – bitecek, biz bunu kazanacağız gibi bir şey değil. Bir temel inşa ediliyor ve biz bu duvarda bir taş olmaya çalışıyoruz. Küçük küçük de olsa ben bu durumu görüyorum. Hem psikolojik hem de politik olarak çok fazla yıprandığımız bir süreç oldu bu bizim için.

O yüzden bazı kazanımları pozitif bir yerden görmemiz çok zor oluyor. Ama yine de böyle biraz daha serin kanlı bir yerden baktığımızda aslında yaptığımız eleştirilerin, yaptığımız eylemlerin, kurduğumuz söylemin LGBTİ+ hareketini bir yere çektiğini kesin olarak söyleyebilirim. Feminist hareketi bir yere çektiğini ya da onları da bir şeylere düşünmeye sevk ettiğini söyleyebilirim. Kürt özgürlük hareketinde bir yankı yarattığını söyleyebilirim. Hala belki istediğimiz öncü pozisyonda değiliz ama muhakkak olacağız.

Yıldız- Aslında burada dezavantajları sıralarsak bitmez. Ama şuradan kuruyorum ben. En çabuk vazgeçilebilen kesim LGBTİ+’lar. Hem toplumsal muhalefet açısından hem sol sosyalist hareket içerisinde ya da Kürt LGBTİ+’lar olduğumuz için LGBTİ+’lar içerisinde en çabuk vazgeçilebilecek kesimiz. E bu da, bu süreçler insanı sürekli yıpratıyor.

Biraz iyi yönüyle baktığımızda aslında bir alternatif oluşturmuş oluyorsun, öncü görme noktası orası. Hali hazırda hem LGBTİ+ hareketi içerisinde hem de Kürt hareketi içerisinde Kürt LGBTİ+ sözü üreten, buna dair politika üreten çok az – hatta hiç kurum yoktu şu ana kadar. Böyle bir dönemde sen bir alan açıyorsun aslında Kürt LGBTİ+’lara. Örgütlenme alanı, söz söyleme alanı, kendini kendi kimliğiyle ifade etmesi için bir alan açıyorsun. Hem politik anlamda bir alan hem de güvende ve kendini özne hissettiği bir alan.

Yaşadığı herhangi bir olumsuz olayda da gelip sığınabileceği bir yer oluyor onun için (bu düşünceye hem Heja hem de Rukan katıldıklarını en büyük avantajın bu olduğunu söyleyerek birlikte vurguladılar).

Heja- Ben kendi aktivizmimi ve düşüncelerimi, HDK LGBTİ+ Meclisi içinde en çok oradan kuruyorum. LGBTİ+ hareketinin zaten genel olarak örgütlenmesi biraz dayanışma üzerinden de gerçekleşiyor ve biz aslında onu kurmaya da çalışıyoruz. Yani ne kadar dayanışabilirsek, birilerine ne kadar temas edebilirsek -bu kişiler genelde bizim gibi dezavantajlı kimliklere sahip oluyor- o kadar kazanım gerçekleştirmişiz gibi geliyor bana.

Bu konuda, Trans Dayanışma Dolabı 2 – 3 aydır yapmaya çalıştığımız yeni bir projemiz. O baya bi’ ileriye götürdü meclisi. Yani sadece politik söz üretmek değil, politik alan açmak değil aynı zaman da dayanışmadan doğru bir şeyler yapmak.

-Yıldız, ilk vazgeçilen çalışma LGBTİ+ çalışması oluyor demiştin. Kurumların kendisi toplum nezdinde örgütsel bir zarar mı gördüğünü düşünüyor. LGBTİ+ çalışmasının LGBTİ+ çalışması dışındaki alanları da ileriye taşıdığı – taşıyabileceği düşünülmüyor mu?

Aslında zarar gördüğünden değil, burada da savaş meselesi devreye giriyor. 5 – 6 yıl öncesi 7 Haziran 2015 sürecine baktığında, HDP gayet iyi bir şekilde LGBTİ+’larla yan yana geliyor, vekil adayı çıkartıyor, politikasını yapıyor, Eş başkanlar söylem üretiyor, etkinlikler yapılıyor. Bu kimliğinden kaynaklı değil, burada savaş faktörünü görebiliyorsun.

Savaş işin içerisine girdiği zaman, hem LGBTİ+ hareketi Kürt olduğun için senden vazgeçiyor hem de politik alandaki sol örgütler, ya da HDK ya da HDP senden vazgeçebiliyor. Daha önce HDK LGBTİ+ Meclisi vardı, savaşla birlikte dağıldı, tutunamadı.

Mesela şu an HDK LGBTİ+ Meclisi’nde örgütlü insanlar da tutunamayan insanlar aslında. Meclise dönüp baktığımızda bunu görebiliyoruz. Bu insanlar ne kendi kurumu içerisinde, ne Partisi içerisinde tutunabilmiş, ne Türk LGBTİ+ hareketi içerisinde ne de başka bir yerde tutunabilmiş. Hepsinin de ortak özelliği bu. Böyle bir alanda hem kendileri için hem de diğer tutunamayan ya da bu noktada dayanışmak isteyen Kürt LGBTİ+’lara alan açılıyor. Biz de bunun öncüleri olmaya çalışıyoruz. Bu bizim için ateşten bir gömlek gibi, (abartmıyorum galiba) gerçekten öyle.

Rukan- En üstte, en temelde savaşın bütün bunlara sebep olduğunu biliyorum. Ama aynı zamanda bütün sorumluluğu ve meseleyi hükümete atmamak için şunu da konuşmak gerekiyor…

Toplumsal muhalefetteki kurumlar, sol – sosyalist, Kürt kurumları için meselelerin arasında bir hiyerarşi var, bir sıralama var.

Bunun en başında savaş geliyorsa -ki anlaşılabilir, fakat burada da savaşa nasıl baktığımız önemlidir. LGBTİ+ bu hiyerarşinin en sonunda geliyor, toplumsal meselelerde sadece çok önemli görülen krizler çözüldüğünde LGBTİ+’lara sıra gelebilirmiş gibi bakılıyor.

O öncelik sıralamasında en sonda. Ama LGBTİ+’lar bu toplumun içindeler, LGBTİ+’lar bu savaşın da içindeler, LGBTİ+’lar bu ülkenin de içindeler. Hali hazırda bütün bu krizlerin hiçbiri de bir birinden bağımsız değil, bu meseleleri sıralamanın en tehlikeli yanı burası.

Kadın meselesi ataerkiden, ataerki savaştan, savaş kapitalizmden, kapitalizm homofobiden bağımsız ve azade değil. Bunların hepsi mevcut yaşadığımız sistem içerisinde. Kapitalist sistemden doğuyor ve hepsi günün sonunda birbirine bağlanıyor. Meseleleri birbirinden ayrıştırmak bu yüzden tehlikeli.

Bu ayrıştırma sürecinde öncelemediğin kişiler, öncelediğin kişilerden daha fazla zarar görüyor. Bütün bu krizli süreçlerde LGBTİ+’lar en fazla zararı görenler oldu.

LGBTİ+ hareketinin çoğunluğu orta ve üst sınıf, birazcık daha eğitimli ve genelde de Türklerden oluşuyor. Bir şekilde Türklüğe adapte olmuş kesimlerden oluşuyor. Kişiler öyle olmasa bile hareketin kendisi böyle. Dolayısıyla bir savaş çıktığında bu meseleyi kendi meselesi gibi görmüyor. Ama savaş dediğimiz şey -eskiden bu tartışma çok yapılıyordu- transfobiden ne kadar, homofobiden ne kadar azade?

Bu tartışmalar tüketilmişken şimdi geldiğimiz noktada böyle özellikle savaştan sonra LGBTİ+ hareketi kendini bu süreçten sıyırdı, ayırdı. Zaten hedef gösteriliyorlar, daha fazla hedef gösterilmek ve terörist olmak istemiyorlardı. Ama geldiğimiz noktada yine teröristler. Kürtler kadar değil belki ama yine teröristler, çünkü bundan kaçış yok, bu ülkede terörist olmaktan kaçış yok. Bunu bu ülkede ilk yaşayan Kürtlerdi ve şimdi sıra herkese geldi, artık bunu herkes biliyor, artık az çok herkes terörist.

Pandeminin içerisinde geçen ikinci Onur Haftası olacak. Alanların daraltılıp, kazanımların yok edilmeye çalışıldığı ve bir yanda da evde kalın çağrılarının yapıldığı bir dönemde Sokak teması anlamını nasıl buluyor?

Heja- Pandemiden en çok etkilenenler yine lubunyalar oldu. Özellikle çok somut bir örnek olarak Bayram Sokak’ın kapısına mühür vurdular. Lubunyaların -belki biraz da mecburen- güvencesiz seks işçiliği yaptığı yer kapatıldığında özellikle trans kadınlar sokakta kaldılar, çalışamadılar. Pandemi ilk önce buradan bir vurdu zaten lubunyaları. Bir de pandemi sürecinde lubunyaların eve dönmesi meselesi var.

Zaten ailevi problemlerden kaçan çoğu lubunya tekrar eve döndüğünde yeniden kendini oraya ait hissetmedi. Birçok lubunya yeni bir hayata tutunmaya çalışırken tekrar geriye dönüş yaşaması ciddi problemlere neden oldu. Birçok lubunya maalesef intihar etti.

O yüzden ben sokak temasını anlamlı buluyorum. Bir yandan evlerin çok güvenli ve aslında dönülmesi gereken alanlar olduğu hükümet tarafından hayat eve sığar denilerek sürekli tekrar edildi. Bunun böyle olmadığını hepimiz biliyorduk ve hepimiz yeniden gördük. En çok da lubunyalar açısından gördük. O yüzden sokağa çıkmak ya da sokak üzerinden bir şeyler yapmak Onur Haftası’nda bana iyi bir yerden geliyor.

Fakat bir yandan da şunu sorgulamıyor değilim. Şu anki LGBTİ+ hareketinin durduğu yer sokakla ne kadar ilişkili? Boğaziçi sürecinden itibaren sokakta bir direniş gördük. Bizim de hem Boğaziçi sürecinde hem de 6 Mart’ta gözaltına alındığımız süreçte sokakta olmayı gördük. Ama bu ana akım LGBTİ+ hareketini ne ölçüde etkiledi ya da bu ana akım LGBTİ+ hareketi bu direnişlere ne kadar dahil oldu, ne kadar sahip çıktı; hangisine sahip çıktı, hangisine sahip çıkmadı bu da önemli. Yani Boğaziçi’ne sahip çıkıp başka direnişlere sahip çıkmama durumları da ne yazık ki yaşandı. Açıkça konuşmak gerekirse 6 Mart gözaltılarına sahip çıkılmadı.

Rukan- Bu, neye sahip çıkılıp ne ye sahip çıkılmaması durumu üzerine konuşabiliriz bence. Yıllardır, bu ülkede son 5 yıldır büyük eylemler oluyor LGBTİ+ eylemleri, 8 Mart eylemleri vs… Ama ne hikmetse Onur Haftası sokak temasını bu sene seçti.

Bu Boğaziçi Direnişi’nden ne kadar azade? Boğaziçi’ndeki direnişin aynısı ODTÜ’de de oldu, aynısı İstanbul Üniversitesi’nde 5 yıl önce oldu. Ama Onur Haftası bu sene seçmeyi tercih etti.

Bu süreci hepimiz sahipleniyoruz ama biraz şunu da görmek gerekiyor, hangi direniş ne kadar önemli. Her direnişe bir değer biçiliyor, o değer de aslında o direnişin mekanından, o direnişi yapan kişilerden ve o direnişi yapılma biçiminden bağımsız değil. Boğaziçi’ndeki hiçbir direnişin ne mekanı ne yapan kişiler ne de yapılma biçimi değersiz değil. Çok önemli ve çok değerli. Sadece diğer eylemler de değerli.

Yıldız- Aslında yapılan eylem de değil, yapılan eylemin etkisi, kamuoyuna yansıması ve görünürlüğü oldu, eylemin kendisi olmadı. Bu da kötü bir şey bir yandan da.

Heja- Mesela Boğaziçi Üniversitesi’nde LGBTİ+’lar terörize edilmesini, kulüp odasının basılıp buradaki kitaplar üzerinden yapmaya çalıştılar. Zaten Kürtlerle o kadar iç içe ki bu terörize etme hali. Devlet bunu görüyor fakat biz bunu göremiyoruz ne yazık ki.

Bu açıdan tüm bunları bir birinden ayırmak, bana seçilmiş bir şeymiş gibi geliyor, sahip çıkılmaması bilerek yapılan bir şeymiş gibi geliyor.

Lubunyalar açısından da sokak bambaşka ve önemli bir yerde duruyor. Biz özellikle translar, sokakta var olmaya çalışıyorlar, sokakta hayatlarını idame ettiriyorlar ve sokağın dinamiklerini biliyorlar onu öğrenmeye mahkumda kalıyorlar. Sokak bu yüzden hayatımızda büyük önem arz ediyor. Bir yandan çok var olamıyoruz, bir yandan özellikle fakirsek, transsak ona adapte olmak zorunda kalıyoruz.

Rukan- Onur Haftası yasaklandığından bu yana -pandemi süreci dışında- Onur Haftası’nda LGBTİ+’lar hep Taksim’deydi, hep yaratıcı eylemlerde bulundular. Farklı farklı bir takım eylem pratikleri sunuldu.

Bir sokakta değil her yerdeyiz çağrısı yapıldı, basın metnini siz burada okutmuyorsanız biz her yerde okuruz denildi ve yapıldı. Özellikle savaştan sonra -bunu yeniden söylüyorum ama gerçekten bütün ülkenin tarihini ve kaderini bu değiştiriyor- Türkiye’deki sokak hareketi gerilemeye başladığı dönemde LGBTİ+’ların sokak hareketi yükselişe geçti. Bu durum özünde de bizim için önemli bir yerde duruyor. Ne kadar doğru bilmiyorum ama Türkiye’deki sol sosyalist hareketin yapmaya çalıştığı yaratıcı eylemlilik, kitleyi kazanan eylemlilik, klasik olmayan, yeni mücadele biçimini LGBTİ+’lar sergileyebildi bence. Bu nedenle sokak teması geçte olsa önemli bir yerde…

Peki Sokak teması, LGBTİ+’ların kazanmış olduğu alanları genişletmeye dönük bir politika taşıyor mu?

Aslında çıkışı biraz, “biz gettoları değil bütün şehri istiyoruz” anlayışı üzerine şekilleniyor ama geldiğimiz noktada gettoları elimizde tutmaya çalışıyoruz, kazandığımız yerleri elimizde tutmaya çalışıyoruz.

Yıldız- Bu da biraz pandemiyle birlikte böyle oldu. Sokak kültürü, gerçekten LGBTİ+ hareketi özellikle trans hareketi için uzak bir yerde değil. Çünkü sokak, kimimizin evi, kimimizin yaşam alanı, çark ya da cadde bakımından ele alırsak kimimizin iş alanı. Bu noktada pandeminin etkisini ciddi düzeyde görebiliyorsun.

Geceler de LGBTİ+’lar için çok özel bir alan, güvenli bir alan, kulüpler, mekanlar… Pandemiyle beraber bu alanlar da daraltılmaya, elinden alınmaya çalışılıyor. Uzun bir sürenin genel şiarı “gettoları değil bütün şehri istiyoruz”du. Şu an baktığımızda pandemiyle birlikte LGBTİ+ karşıtlığı üzerinden de iktidar bunu fırsata çevirmeye çalışıyor, diğer politik öznelere de uyguladıkları gibi. Kadınlara, LGBTİ+’lara, işçi sınıfına kapalıyken o meydanlar, alanlar Taksim’de cami açıldığında açılabiliyor. Aslında bu süreçte iktidar senin alanını daraltmak, kazanımlarını yok etmek istiyor. Bu noktada biz de bu süreçte kazanımlarımızı elimizde tutmaya çalışıyoruz.

Gerçekten gönül bu şehrin her sokağında her caddesinde her mahallesinde alıktıra alıktıra, zırıl zırıl yürümek isterdi ama maalesef Taksim’i elinde tutmak istiyorsun hatta Mis Sokağı elinde tutmak, bir mekanı elinde tutmak istiyorsun. O yüzden bu seneki tema benim içinde çok değerli.

Ne olursa olsun bu süreci sahipleniyoruz yani.

Son olarak ne söylemek istersiniz?

Onur Haftası kapsamında deneyimlerimizi, sokak – direniş deneyimlerimizi anlatan, sokağı nasıl ele aldığımızı anlatan bir etkinliğimiz olacak. Etkinliğimizin içerisinde panelimiz de olacak. HDK LGBTİ+ Meclisi olarak online gerçekleştireceğimiz bu etkinliğe herkesi bekleriz.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu